BİR GÖZÜ MAVİ BİR GÖZÜ YEŞİL BIYIKLARI VAR MİYAV DER


Kuran’daki fiillerde bağlam tek bir kelimeyle çeviri yapılabilmekten çok öte genişliktedir. Tek bir kelimenin tüm Kitap’dan bağımsız yekpare bir meali olsaydı zaten tezekkür tedebbür taakkul gibi epistemolojik yöntemlere ihtiyaç kalmazdı. Evreni anlarken kullandığımız epistemolojik yöntemlerin tamamen aynısını Kuran bütünlüğü içinde de kullanmayı Rabbimiz biz kullarına öğretmektedir. Rahman Suresi’nin ilk dört ayeti buna delildir. Bir duvarı anlatırken, demiri betonu kalıbı, statik hesabını, mühendisini işçisini anlatmadan o duvar eksik tarif edilmiştir daima. Allah’tan gayrı her varlığın kendiliğini oluşturan her öğenin o varlığın kendiliğinde bir payı vardır, azaltır ya da artırır. Fiiller de keza öyledir. Allah ise “112.3 - Lem yelid ve lem yuled.” Asla O’ndan bir parça azalmaz, asla O’na bir parça ilave olmaz. Mutlak Tamlık sahibi olan Et Tamm’dır. 


Hatta ki, fiilleri canlı organizmalar olarak örneklemek daha da doğru olur. Bir canlının etkileşime geçtiği tüm öğeler o canlının sıfatlanmasında ve tanımlanmasında birer parametre doğurur. Bahçede gördüğü bir kediyi, bir gözü mavi bir gözü yeşil bıyıkları var miyav der diye tanımladığı zaman ne kadar o kedinin kendiliğini tanımlıyorsa insan, fiilin kendiliğini de kullanıldığı tüm ayetlerdeki birlikte bulunduğu öğelerle birlikte değerlendirmezse ancak o kadar tanımlar. Bahçenin kendisi dahi kedide bir kendilik bırakmıştır. Varlık varlıkların varlığı ile ontolojik olarak mukayyed hale gelir.


Allah varlığı Samed olması ile açıklanabilen yeganeliktir. Ve bu hiçbir şeye muhtaç, bağımlı ve mukayyed olmama olgusu yine yalnızca Allah’ın Kendiliği içindir. Allah, kendi fiillerine ve onları ifade eden sıfatlarına, isimlerine de bağımlı değildir. Allah’ın Kendiliği’nden gayrı her şey yok olucudur. Çünkü yalnızca ismi Allah olan O, Hak’tır. O yüzden Kur’ân-ı Kerîm’de yoktan yaratmanın (ex nihilo) tam karşılığı olan bir ifade yoktur. Birçok âyette “min” edatıyla Allah’ın -her canlıyı sudan (el-Enbiyâ 21/30; en-Nûr 24/45), insanı topraktan (er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11) yaratması gibi- bir şeyi bir şeyden yarattığı belirtilir. Çünkü insan için yokluk tanımlanması ve ulaşılması mümkün olmayan şeyliktir. Tüm bu nedenlerle fiilleri ex nihilo olarak değerlendirmeyip, mukayyed canlı varlıklar gibi bir bağlam denizi içerisinde ele almak gerekir.


Fiillerden yola çıktığımız ontoloji yolculuğuna bir ontolojik kanıt oluşturmaya çalışarak devam edelim..


5 dakikalık bir videoya çektiğinde kendini, içerisinde dilersen kendi suretinden bir varlığın olduğu 2 boyutlu bir evren yaratmış olursun. Bu varlık için o evren, varlığı bir anda oluşmuş, başlangıcından evveli olmayan, bitiminden ahiri olmayan bir evrendir, tüm varlık düzeni o senin algına göre 5 dakikalık olan evrendir. Videoyu ileri ya da geri sardığında o evrenin tüm uzay zamanına hakimsindir. Ancak o 2 boyutlu evreni yaratırken kendi uzay zaman tablomuzda o yaratma anına dair bir bağımlılık oluşturmuşuzdur. Artık bizim kendimizin ve boyutlara bağımlı hiçbir varlığın uzay zaman tablosu o yaratmadan bağımsız konuşulamaz. Evrenin çok uzak köşesindeki bir galaksideki bir gezegendeki bir kaya parçası dahi o çektiğin videoya bağımlı bir uzay zamana sahiptir artık, adına istersen melek de istersen başka bir şey 4., 5., 70. boyuttan da olsa ifadesi boyutlara bağımlı her türlü varlık da senin o çektiğin video anına bağımlı olmuştur artık. Diyelim ki tüm evren 20. boyuttan bir varlığın çektiği bir videodan ibaret. O halde dahi o varlık, o videoyu çekme düşüncesi ve o çekme anı ile kendi varlığını mukayyed hale getirmiştir. Ancak, bir tanrının varlığı ancak Samed olması ile vardır, asla mukayyed ve uzay zaman tablosuna bağımlı olamaz.


Allah, bu üç boyutlu evren yüzeyi algımız ve entropiden kaynaklı zaman algımız içerisinde O Zatı algılayabildiğimiz ölçüde ifade ettiğimiz ismin kendisidir yalnızca. O (Hu) Zatı yalnızca isimleri ile sınırlı ölçüde idrak edebiliriz. 100. boyuta geçmiş olsak da O Zat’ın Ben dediği Benliğin kendisine dair idrakimiz, O’nun azameti yanında hiçlikten ibarettir yalnızca. Hakiki idrak Hak olana geri dönüşle mümkündür ancak..


Allah ile kasıt (ister Allah de, ister Rahman de, ister Yahve de, ister God de -ki en güzel isimler O’nundur) tüm o boyutlardan çok çok ötede hiçbir yaratma veya kayıt ile bağımlılık ihtiva etmeyen, kendi yaratması dahi kendi Zatı’nda bir değişiklik oluşturmayan, ne fazlalaşan ne eksikleşen, varlığı hiçbir sebep sonuç ilişkisine dayanmayan; ancak isterse katrilyonuncu boyuttan bir varlık da olsa her türlü varoluş durumu kendisine muhtaç olan ve hiçbir varoluş denklemi ile Zatı’nın ifadesi asla mümkün olmayan, Ehad olan varlıktır. O yüzden tüm bu imkanlılığı ve imkansızlığı belirtmek için Allah’ı münezzeh kılar, Subhanallah deriz.


Bu yazının kendisi ise tek boyutlu bir evrendir. Bu yazıyı okuman ise 2 boyutlu bir evren yaratır. O yüzden yazı seni bilmez, ancak sen yazıyı bilirsin.


Ontolojik olarak Allah’ı (isimleri boyutunda) inkar etmek ya da başka başka vasıflar ile nitelemek mümkündür. Bununla birlikte yine ontolojik olarak O Zat’ın reddi mümkün değildir. Fark ise O Zat’a atfedilen vasıflar ve isimlerdedir. Kimisi der ki tüm varoluş, belirliliği olmayan bir kaynaktan gelen (O Zat dediğim kaynak) bir bilinçsizlik ile var olmuştur. Görüldüğü üzere burada asıl söylenmek istenen Allah (o mutlak başlangıç gücünü tetikleyen mekanizma her ne ise onun ismi) bilinçsizce evreni yarattı ancak kendisi bunun farkında değil. O halde O Zat’a yeni bir isim türetmiş olunur: Bilinçsiz.. Biz inananlar da bu düşünceyi reddederiz. Allah’ın bilinçli olduğuna iman ederiz. Kimisi de der ki, evet bilinçli bir kaynak bir yaratma ile yarattı ancak evrene müdahil değil, mükemmelce yarattı ve bıraktı öylece. Biz inananlar O Zat’ın her şeye mutlak egemen olduğuna ve düzenin işleyişine de ihata ettiğine inanırız. Yani isim olarak Rabliği O’na ithaf ederiz. Kimisi de der ki evet Tanrı evrene de Hakim güç ancak insanlar arasında bir düzen ihdas etmemiştir. Yani Tanrı’nın buradaki ismi de: İnsanları Başı Boş Bırakan olur ki, biz inananlar Allah’ın insanları başıboş bırakmadığını, aralarına kendi katından bir düzen indirdiğini ve bu düzenin de İslam olduğunu bilir ve buna şahitlik ederiz.


Subhanallahu Vâhidul Kahhâr.


Gelelim insanın ontolojik bitmez tükenmez sonu gelmez mülk arzusunda yatan doyumsuz kibrine..


Varlığını bildiğimiz tüm zenginlikler, tüm güzel kadınlar, tüm yakışıklı erkekler, yakutlar, pırlantalar, nükleer füzeler, akıllı telefonlar, saraylar, tanıdığımız tanımadığımız yaşamış ölmüş her türlü insan her türlü canlı ve üretilmiş olan her türlü zenginlik her türlü kullandığımız meta şu koca evrenin minicik bir gezegenindeki kaynakların işlenmesi ile üretildi. Şu minik gezegenin ıspanağını, dana etini yedik, suyunu içtik ve etimiz kemiğimiz oldu.. Ve henüz kendi gezegenimizin kaynaklarını dahi mutlak kontrol edemez durumdayken bunca şatafat ve doyumsuz ateş.. Ve insanların benlik ateşi.. Bakınız sosyal medya..


İşte görün insan bırakın bir yıldız sistemine bütünlüklü egemenliği, henüz kendi gezegeninin kaynakları üzerinde dahi mutlak hakimiyet sağlayamamıştır ve belki de sağlamaktan henüz en az yüz yıl geridedir. Oysaki o yukarıdaki potansiyel mülk, insanın şafağından bu yana yaşamış herbir insana, adembaşı ondan fazla galaksi düşebilecek kadar büyük bir evren.. Ortalama bir galakside birkaç trilyon gezegen ve katrilyonlarca uydu ve asteroit olduğu düşünülürse, insanın sesleriyle kapkara buharlı treninin kömür dolu ciğerlerinden yarınına köz dolduran yoksunluk korkusu, doyuma ulaşmaz ateşten doğma bir sevdadır. Son bulmayacak bir mülkü sana haber vereyim mi diye kışkırtılan (20.120) Adem’den beri İskender’in pothos ateşi yanmaktadır yüreklerde.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ?

MUVAFFAKİYET

GIDALI ŞİİRLER