KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ?


Allah, Kuran’da ayetlerden bahsederken yarattığı ve indirdiği ayetler arasında hiçbir fark gözetmez, aynı kalıp ve kavramlarla kullanır. Bu, o denli iddialı bir tutumdur ki, der ki eğer evrendeki ya da Kuran’daki ayetler arasında bir çelişki bir çarpıklık bulabiliyorsanız delilinizi getiriniz. Yani evren ile Kuran mutlak düzeyde birbirini tasdik eder.

İnsanoğlu nasıl ki doğayı tahrip ve tahrif ederek ekolojik zinciri kopartıp biyosferin dengesini alaşağı ediyorsa aynı şekilde Allah’ın indirdiği kelimelerin oturduğu zemindeki bağlamı kaydırarak kelimelerin mizanını tahrif etmektedir. Buna bağlı olarak da doğru ile yanlışın birbirlerinin içine nüfuz ettiği, kavram kargaşalarının hüküm sürdüğü bir kaos gezegeni ortaya çıkmakta. İnsanoğlu kelimeleri Allah’ın takdir ettiği zeminin dışına çekse de, insanlığın kolektif bilinç dışında asıl anlamlar daima mahfuzdur. Hakikat ve kavramsal kullanım arasında doğan bu ikilikler, şizofrenik toplumlar doğurmaktadır.

Örneğin; gurur kelimesi Kitapta takip edildiğinde, kelimenin aldanış bağlamında kullanılmakta olduğu görülür. Şeytanın insana gururdan yani aldanıştan başka bir şey vaat etmediği bildirilmektedir. Günümüzde ise, gururlu kadın, gurursuz erkek vb. kullanımlarda olduğu gibi neredeyse olumlanmış bir kavram haline getirilmiştir insan tarafından. Bu sadece Türk diline özgü bir kavramsal kayma değildir, tüm insanlığın bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde aynı tahrifat içerisine düşmesidir. Kavramsal her tahrifatın insanlık için çok yıkıcı sonuçları vardır.

Allah’ın dininde mistisizme, bilinmezliğe, belirsizliğe dayalı kaderciliğe asla yer yoktur. Hatta ki Allah’ın dini mistisizm ile mücadelenin ta kendisidir. Ancak insanlar zaman içerisinde dinin temellerini oyarak kendi heva ve heveslerine göre Allah peygamber evliya soslu dincikler ihdas etmişlerdir daima. Ve insanlardan birçokları da eğer bu Allah’ın diniyse ben orada yokum demiştir bu insanlara bakıp da. Bu da, o insanların Allah’ın dinine kendi hevasına çıkarına bencelerine göre muamele eden insanlara kızıp da Allah’ın tertemiz dinini, tertemiz Kitabı’nı terkedip terketmeme sınavıdır. Halbuki Allah dinini öğretmekten aciz değildir ve dini tastamamdır. Rehber olarak indirdiği Kitaptan başkasını referans olarak getirmek Allah’a kendi dinini öğretmeye kalkmaktır. Mistik laflar ile, hangi şart altında hangi sonucu vereceği belli olmayan önermelerle İslam adıyla ya da başka bir öğreti adıyla aydınlanma vaat eden her türlü doktrin dalalet kapılarını aralayacaktır er ya da geç.

O insanlardan bazıları vardır ki İslam’ı amaç edindiler, halbuki İslam bir araçtır. Ne için bir araç? Rüşd için, en doğru, en olgun, en temiz, en erdemli, kısta adalete vicdana fıtrata en uygun olan için bir araçtır. Onlar dinlerini oyun ve eğlence bir sosyalleşme aracı haline getire dursunlar, yoksa Kuran’ı tedebbür etmiyorlar mı yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var ayeti orada öylece dururken Kuran’ı güzel okuma yarışmaları yapadursunlar, yüz ramazandır sakızın orucu bozup bozmadığını tartışa dursunlar. Sen onlardan beri ol. Yüzünü tertemiz olan Kitaba çevir. Ve O Kitabı “Kuran eyle”. Ve tartışacağın şey Standart Model kuramı olsun, epistemoloji olsun, sanatın insanların yeni gezegenlere iskanındaki uyumluluk sürecindeki yeri olsun.

Allah ayette Kitabı ve Hikmeti indirdiğini söyler. Kitap belirli bir sistematik ve yöntem içererek indirilmiş metin iken, hikmet ise tıpkı şu elimizde tuttuğumuz akıllı telefon gibi sorunlara çözüm üreten somut çıktılardır. Nasıl ki insanoğlu bu telefonu şu haline getirebilmek için önce yerkürenin madenlerini çıkartabilmeyi onları işleyebilmeyi üzerine teknoloji geliştirebilmeyi ve sonra şu birçok işi kolay hale getiren somut ürün olan telefon haline getirebilmeyi başardıysa, aynı şekilde Kitap’daki ayetleri de benzer süreçler ile işlediğinde somut çözüm kümeleri üretir ki bu hikmetin kendisidir. Yani Kitap evren iken, hikmet o evrenin insanın emrine musahhar kılınmasıdır. Kitap ve Hikmet ile Kuran oluşur.

İsra 82. ayette; “17.82 - Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.” der.

Dikkat edilirse zalimlerin hasarını zararını artıran şey Kitap değil Kuran’dır. Yani bilmeyenlere cımbızla ayet çekerek gitmenin onlara bir faydası yoktur. Onlara Kuran ile yani kesin delilli çözüm kümeleri ile gidildiğinde, onlar için artık, ya Rabbinin indirdiği hükme teslim olma ya da yaşam tarzına hevesine çıkarlarına uygun düşmediği için görmek istemeyip, gerçeğin üzerini bilerek örterek inkarın yolunu seçme olasılığı kalır. Farklı durumlar için ayetler arası ilişkiler zincirleri ortaya konularak sonsuz durum için Kitaptan “Kuranlar” yani hikmetler yani somut çıktılı çözüm kümeleri çıkartılabilir. Tıpkı evrendeki metaları doğru ölçütlerle doğru şekilde bir araya getirip işlemek gibi. Evreni ve işleyişini tedbir ve takdir etmiş, mizanı yani ölçüyü yerleştirmiş olan her şeyin şeyliğine ihata etmiş olan, kendisinden başka kuvvet olmayan Allah, Kuran’a da aynı ölçüyü yerleştirmiştir.

Suyu ısıtırsan 1 atmosfer basınç altında 100 derecede kaynar, bu kaderdir. Kader Allah’ın yarattığı sistemin içerisindeki oluşların kendisidir. Çıplak elle yüksek akımlı bir kabloyu tutarsan elektrik çarpar. Kaderim buymuş derler ya hani, evet kaderin o, çıplak elle tuttun çarptı, istersen bir daha dene tut bir daha çarpsın. Peki sistemler içindeki o işleyişi, o düzeni yani kaderi nasıl bileceğiz? Bilimsel çalışmalarla elbette. Hafsaladan delilsizce ve bilimsel emek amaç edinmeden ben tefekkür ediyorum diyerek tefekkür olmaz. Kuranda tefekkür ifadesi doğrudan bilimsel araştırma geliştirmeye teşvik eder. Hatta ki fikir kelimesinden de aşina olduğumuz فكر FEKERE kökü 18 kez geçer ve 17’sinde tefekkür formundadır ve bilimsel çalışmalara ithaf içerir. Sadece tek bir yerde başka bir formdadır. Orada da bilimsel çalışmadan aciz, kafasına göre bence böyle bence şöyle deyip, delilsiz bir biçimde gerçeğe yüzünü buruşturan bir adam anlatılır ve o adam çok sert bir biçimde yerden yere vurulur.

Hepimizin bildiği bir diğer önemli epistemolojik yani doğru bilgiye ulaştıran yöntem ise akletmektir. Allah, Kuran’da birçok yerde akledin buyurur. O halde AKIL aslında tam olarak nedir? Eyyub Aleyhisselam kıssası üzerinden AKIL kavramına dair bir yol arayalım..

Eyyub sıkıntılar içinde der ki, herhalde şeytan bana bir bıkkınlık ve azap dokundurdu (38.41). Sonra da Rabbisi’ne der ki, Şüphesiz bu dert beni sarıverdi, Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin (21.83). Rabbi de Eyyub’a der ki “urkud bi riclike (38.42), Ayağını kımıldat depreştir.” 

Urkud, yani zorlansan da hadi hareket ettir depreştir ayağını. Allah’ın rahmeti gelmezden hemen önce dayanılması zor acıların içinde sabrın en son noktasında, mecali artık neredeyse kalmamış bir durumda dahi emre itaati ve en son raddede dahi gayret ederek sabra devam edilmesi gerektiğini gösteriyor bu. Ey bunu okuyan insan mücadeleden vazgeçme sakın, sen URKUD eyle ki Rabbin de sana yerden tertemiz bir su fışkırtsın.

İşte yıkanacak ve içecek tertemiz soğuk bir su. (38.42)

Ve Eyyub Rabbi’nin rahmeti ile o tertemiz su ile dertlerinden sıkıntılarından kederinden arınır:
Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine (ulil elbâb, özdeki hakikati arayanlara) bir zikr (öğüt, hakiki bilgi) olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık. (38.43)

38.42 ayetinde gelen yıkanma kelimesi ğusl kelimesinin kökünden. ĞSL غسل kökü dört kez geçmekte Hikmet dolu Kitap’da. İlk ikisi cünüp iken abdest almak için yıkanmak anlamında. Üçüncüsü yukarıdaki Eyyup ayetinde. Dördüncüsü ise 69.36’da Cahim cehennemindekilere içecek olarak sunulan irin ve kan karışımı pislikten oluşan ğıslin şeklinde..

Ey insan unutma her ceza da, her mükafat da kendi cinsindendir. Ya seni arındırıp tertemiz kılacak tertemiz bir su ya da cahim pişmanlığının içindeki o pis olanı. İnsan temiz olanı da pis olanı da seçebilecek irade kendisine Alemlerin Rabbi tarafından bahşedilmiş olan varlık. Eyyub’un o en kederli durumunda dahi.. Ey insan pişman olma. Ey insan URKUD!

Urkud kelimesinin kökü olan ركض ise üç kez geçer Hikmet dolu Kitap’da. Geçtiği diğer iki yer ise şu ayet kümesindedir:
21.10 - Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?
21.11 - Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik.
21.12 - Bizim zorlu azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı (yerkudûn ركضkökü)
21.13 - Uzaklaşıp kaçmayın(terkudû ركض kökü), içinde şımarıp azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün; çünkü sorguya çekileceksiniz.

ركض kökü yukarıdaki son iki ayetteki uzaklaşıp dört nala kaçmak, kaçmaya yeltenmek anlamında.. Yani zorlu durumda dünyaya aldırış göstermeden sabır gösterip ya URKUD eyler ayağını depreştirirsin, ya da zevkü sefadan sonra muhakkak gelecek olan azap olanında kaçabilmek için depreşir durursun ama nafile bir çaba..

Hikmet dolu Kitap’da her harfin önceden belirli bir anlamı vardır. Kişinin kendi hevasına göre yani “bencelerine” göre kendinden yorum türetebileceği hiçbir şey yoktur ve olamaz Allah kelamı olan Kuran’da. Kitapta kelime köklerinin bağlamlarını tedebbür edip sonrasında da o bağlamları birbirlerine bağlayarak yani taakkul ederek hikmeti yani kesin delilli çözüm kümelerini çıkartmayı, hikmet ile de iş ve oluşları beyan edebilmeyi yani homo sapiens sapiensteki çift sapiens olabilmeyi, yani düşündüğü üzerinde düşünüp beyan edebilen şuurlu varlık olmayı bizzat Er Rahman olan, insanı Yaratan Rabbimiz bize öğretmektedir Kuran’da (55.1-4). Rabbimiz, biz sana Kitabı ve Hikmeti verdik, indirdik, öğrettik der birçok ayette. Kitap’daki metni her harf dahil tezekkür ederek ham doğru bilgiye yani “zikre” sonrasında da Rabbimiz’in öğrettiği tedebbür taakkul tefekkür gibi yöntemlerle bir doktrin üzere işleyerek hikmete ulaşılır. Ki Rabbimiz’in öğrettiği bu yöntemler epistemolojik yöntemlerdir. Ki Rabbimiz Kuran’da onlarca epistemolojik yöntem öğretmektedir insana.

Bir ağaç nasıl mobilyaya dönüşür ki.. Bir mühendislik işidir muhakkak.. İnsana fayda sağlayan somut nihai bir ürün oluncaya kadarki üretim süreci olmadan bir ağaç kendiliğinden mobilyaya dönüşmez ki. Tıpkı evrendeki metaları belirli bir yöntem, metot ve doktrin üzere işleyerek somut ürünler çıktılar semereler elde ettiğimiz gibi, Kuran’dan da sonsuz sayıda hikmet kümeleri çıkarılabilir ki bu yaptığımız işlem ile farklı farklı Kuranlar oluşur. Kuran Hikmet dolu Kitap’ın sıfatlarından birisidir. Kuran oluşturmak ilgili ayetleri bir araya getirerek kümeler halinde toplamaktır.. El Kuran’ın içinde sonsuz sayıda küçük küçük Kuranlar vardır yani.. Örneğin bir sureden bir ayet getirirsin, başka bir sureden başka bir ayet ve hepsini birleştirdiğinde belirli bir konuda bir çözüm kümesi çıkar ortaya. Dinin en temel hususlarından birisi olan namazın, hangi vakitlerde kılınacağı dahi tek bir ayette verilmez, en az iki ayeti birleştirerek buluruz. O inkara şartlanmış olanlar da ayette şu minvalde der ki ya sen bir oradan bir buradan okuyup duruyorsun bu nasıl iştir... Aslında Allah’ın bize öğrettiği bu düzen, bu öğrenme ve bilgiyi işleme şekli insanın evreni algılamasında, insan beyninin çalışma şeklinin tıpkısının aynısı.. Küçük küçük parçaları birleştire birleştire beyin tutarlı bir sonuca ulaşır. Böylece mükemmel bir FİLTRELEME olur ki yanlış dokümantasyon araya giremez. İşte Kuran buna AKIL der. Akıl kelimesi kök anlamı itibari ile iki şeyi birbirine bağlamak demektir. Örneğin, bir atın ipini bir ağaca bağlarsın. Atla ağacı akletmiş olursun yani birbirine. Ve böylece atı kaçmaktan alıkoymuş olursun. Yani atın yapabileceği kaçmaya dair tüm olasılıklar alıkonulmuş olur. Mükemmel bir filtreleme yani. Keza AKIL kelimesinin kökü olan عقل için müteşabih bir kök عقر idir. عقرüremeden kesilmiş olmak, kısır olmak, bir hayvanın boğazlanması, kesilmesi gibi anlamlara gelerek AKIL kelimesinin içinde yatan filtreleme bağlamını destekler. Yine aynı şekilde عقل kökünün bir diğer müteşabihi olan عقم kökü de kökü kesilmiş olmak, kısır olmak gibi anlamları ile ALLAH’ın ÖĞRETTİĞİ ŞEKİLDE AKLEDİLDİĞİNDE araya yanlış bilgi kırıntılarının, şeytanların hakikatin içine karıştırmaya çalıştığı kuşku, saptırma ve fitnelerin önüne geçilerek alıkonulmuş olunacağını muhkemleştirir.

Bağladım zannedip heva ile benceler ile bağlarsan kaçar ama at... O yüzden bağlamları nasıl bağlamamız gerektiğini de Rabbimiz’in öğrettiği epistemolojik yöntemleri öğrenerek uygulamalıyız. Akletmeyi Rabbimiz’den öğrenmeliyiz yine yani.

Akıl kavramı için etimolojik tedebbürü daha da derinleştirdiğimizde ise, eski Akadça’da yediğimiz bildiğimiz EKMEK ve EKMEK YAPMA SÜRECİ semantik anlamına ulaşırız.
İnsanlar sadece meyve yemezler, ekmek de yerler. Bazıları dinin, Kuran’ın tüm ayetlerini meyve devşirir gibi kolayca devşirip emek sarf etmeden yemek gibi olduğunu zannediyor. Halbuki Allah’ın sözü denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa yine bitmez. Önce harcını hazırlarsın, sonra yoğurursun, daha sonra şekil verirsin ve pişirirsin. Tüm bu süreçlerin sonunda ekmeği yiyebilirsin. Allah bizlere hem meyve devşirir gibi kolayca faydalanabileceğimiz ayetleri indirmiştir, hem ekmeği yapabilmek için gerekli tüm malzemeleri indirmiştir, hem de ekmeğin hangi yöntemle yapılacağını yine bizzat Kuran’da öğretmiştir. İşte ekmeği yaptığımız bu sürecin yöntemine AKIL denilir. EKMEK için emek gerekir, o emek de AKIL’dır.

Türkçe’de yaratmak anlamında çok çeşitli kelime yoktur. Yoktan yaratmaya da, süreçle ve dönüşümle yaratmaya da biz hep yaratmak demişiz. Yar-mak (Create, Crater, Yarık). O yüzden Kuran’daki HALAK kavramını anlamakta zorlanıyor bazılarımız. Halak yoktan yaratmak demek değildir. Halak min edatı ile kullanılır. Min edatı Türkçe’deki den, dan bildiğimiz. Yani bir şeyi bir şeyden yaratmak. Allah’ın insanı yaratma süreçlerini ifade eden birçok kelime vardır, toprak balçık çamur su zigot embriyo gibi. Bir çelişki yoktur ki olamaz, evrimsel süreçler vardır. Örneğin; Allah ekmeği buğdaydan yarattı dersem ya da Allah ekmeği undan, Allah ekmeği hamurdan yarattı dersem yanlış olur mu? Yalnızca evrimsel süreçleri ifade etmiş olurum. AKIL ve HALAK kavramları da yer değiştirmiş Kaf ve Lam harfleri ile dip köklerinde bir akrabalığa sahiptir.

Şimdi bak gör ki o yukarıdaki son iki ayetinde urkud kelimesinin kökünün geçtiği ayet kümesinin ilki olan 21.10’da ayet “e fa la takilun” diye bitiyor. Yani mealen: “ Aklınızı kullanmayacak mısınız?” Yani bağlantıları kurmayacak mısınız faydalanacağınız bir ekmek yapmayacak mısınız hâlâ?! Bunca zikre yani gerçekliğinden asla şüphe duyulamayacak kadar net ve açık bunca bilgiye rağmen yine de ayetlerin aralarındaki bağlantıları kurmayacak mısınız?

Ey insan bak gördün mü işte her ceza kendi cinsinden yine.. Aslında sabırla URKUD eylemeyip de zevklere dalarak ilk uzaklaşıp kaçtıkları şey Kuran ve içindeki gerçek hakikati kapsayan bilgi yani Zikr.. Azabı getiren ise zikre karşı AKIL fiili ile bağlantıları kurmamaları ve URKUD eylemek yerine tiksinerek uzaklaşıp kaçarak TERKUD eylemeyi tercih etmeleri.. Peki o halde.. Şimdi o cahimdeki ğıslinden tiksin biraz da..

Bu arada Kuran’da Eyyub 4 kez geçer. 4’ünde de Süleyman ile geçer. 3’ünde Süleyman’ın arkasından gelir hemen. 1’inde Süleyman ile beraber. Eyyub şeytandan muzdarip, Süleyman ise şeytanlara iş yaptırıyor.
Bugün Süleyman yarın Eyyub olabilirsin.

Allah senin Süleymanlığına ya da Eyyubluğuna değil EVVAB’lığına bakar.

Nitekim hem Süleyman hem Eyyub o ne güzel kuldu o EVVAB’dı diye Allah tarafından methedilmiştir. Allah tarafından o ne güzel kuldu denmek. Bu ne büyük bir onur.

Bugün Süleyman yarın Eyyub olabilirsin unutma.
Bugün Eyyub yarın Süleyman olabilirsin unutma. Sen kim olduğuna değil EVVAB nasıl olurum ona bak.



 






















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUVAFFAKİYET

GIDALI ŞİİRLER